Çölde Bir Mücevher: Hiva

1 Şubat 2013 Cuma apk file 0 yorum
Ölümsüz masal kuşu Anka gibi hala ayakta durabilen Hiva, Unesco’nun dünya mirası listesinde yerini almış.
Zaman zaman çeşitli istilalarla yerle bir edilen bölgede denebilir ki yalnızca Hiva ayakta kalmış…
Hiva’nın eski çağlarda kervan yolları üzerindeki duraklar arasında özel bir yeri varmış. Önemli bir ticaret ve kültür merkeziyken 8. yüzyılda Orta Asya’ya yönelen Arap istilasından payını almış, kültürlü insanları yok edilmiş, kitaplar yakılmış, bölgenin kültür yaşamı kesintiye uğramış. Bu ağır yıkıma rağmen halk yeniden ayağa kalkacak gücü bulmuş, Hiva’yı yeniden önemli bir kültürel ve ekonomik merkez haline getirmişler. 10. ve 11. yüzyıllarda bir rönesans çağına tanık olunmuş; İbni Sina, Ahmet Beruniy gibi büyük düşünür ve bilim adamlarının çağına… Zaman zaman çeşitli istilalarla yerle bir edilen bölgede denebilir ki yalnızca Hiva ayakta kalmış… Beruniy döneminde Hiva’nın çölün kıyısında, Amuderya Nehri’nin beslediği bir kanal üzerinde mükümmel mimari örneği güzel camisiyle, uçsuz bucaksız bir kent olduğu bilinmekteymiş.
hiva
Eksi bir efsaneye göre kentin geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar; Nuh Peygamber’in oğlu Sim’in burada bir kale-kent inşa ettirdiği döneme kadar uzanırmış. Kaleyi inşa eden işçiler susayınca derin ve olağanüstü lezzetli suyu olan bir kuyudan su içerler ve “Hey-va!” diyerek suyun güzelliğini ifade ederler.
Kentin adının bu kelimeden kaynaklandığı varsayılıyor. Kentin en eski bölümünde, ne zamandır orada olduğu bilinmeyen derin bir kuyu hala varlığını sürdürmektedir. Kale duvarları altındaki buluntular kentin yaşını 1000 yıl öncesine kadar taşımaktadır. Ortaçağ’da Moğol istilasından hemen önce bu bölgeye gelen bir gezgin, izlenimlerini “Bolluk, ihtişam, azamet ve nüfus yoğunluğu açısından yeryüzünde bu kentle kıyaslayacak başka bir kent olduğunu sanmıyorum” diye yazmış. Cengiz Han’ın ordularının şiddetli saldırılarıyla ülke harap olurken Hiva, cesaretin zaptedilmez kalesi olarak kalmış. Daha sonra kenti savunurken ölenlerin anısına bir anıtmezar inşa edilmiş. Tarihçilerin kaydettiğine göre 13. yüzyılda ne geçmişte ne de gelecekte eşine rastlanmayan bir kütüphane kurulmuş.
Moğol istilasını izleyen dönemde şair-filozof Pehlivan Mahmut’un ünü ülke sınırlarını aşmış. Bugünse Hiva, ulusal geleneğin özgür örnekleriyle donanmış bir mimari kompleks, bir müze-kent olarak ilgi çekiyor. İç şehir (Ichan-quala), asırlar öncesine dayanan Özbek mimari geleneğini yansıtan anıtsal yapılarla olağanüstü zengin bir görünüme sahip. Bu nedenle müze statüsü verilerek hükümetçe korumaya alınmış. Harabelerden çıkarılan pek çok buluntu günlük yaşama ve bu açık müzeye kazandırılmış. Yaşayan tarih Hiva’nın mimarisinden birkaç örnekle kısaca söz edeceğim.
Cuma Mescidi, 18. yüzyıl sonlarından kalma ilginç bir örnek. Burada korunan çok güzel ahşap sütunlar 10. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar tarihlenebilmektedir ki her sütundaki el işçiliği tarihten bir başka sayfayı aydınlatmaktadır. Pehlivan Mahmut Anıtmezarı, Abdullah Han Sarayı, medrese ve kervansarayı, Taş Avlu saray kompleksi sonraki dönemlerden tipik mimari örneklerdir. Anıtmezarlar arasında Pehlivan Mahmut’unki özel bir yere sahip. Hiva’da dini alanda mimari eserler çeşitli büyüklük ve tarzda camilerden oluşmakta. İslam Hoca, kentin en uzun minaresidir; uzunluğu 44.6 m., taban çapı 9.5 m.dir. Kalta-minor (1885), 26 m. yüksekliğindeyken bitirilmeden kalmıştır ve taban çapı 14.2 m.’dir. Yalnız Hiva’nın değil tüm Orta Asya’nın en uzun minaresi olarak kabul edilmektedir. Kentte evler pişirilmiş toprakla kaplanmış ağaç iskeletten inşa edilmiştir. Bir ev genellikle yaşam bölümleriyle çevrelenen bir avludan ve eyvanlardan oluşmaktadır. Eyvanlar, evlerin en sevilen bölümleridir. Ev halkının dinlenip hoşça vakit geçirdiği, olasılıkla da bu nedenle son derece zarif sütunlar, oymalı kapılar, sırlanmış seramik süslemeler, desenli tabanlarla görsel bir zenginlik sergilenmektedir. Diğer bölümler sadedir. Avlular, bölge mimarisinin tipik özelliğidir.
Hiva pazarı antik çağlardan bu yana kentin en canlı noktası olmayı sürdürmüş. Özellikle Pazar günleri kalabalık artıyor. Tıpkı eski çağlarda olduğu gibi vahanın en uzaktaki yerleşimlerinden insanlar geliyor bu pazara. Rengarenk giysileriyle kadınlar, ak sakallı ihtiyarlar, genç kızlar ve erkekler; hepsi orada, haftalık bir törenin katılımcıları gibi yerlerini alıyorlar. Neler yok ki pazarda? Halılar, elişi cam boncuklar, çeşitli formlarda takkeler, bakır işlemeler, seramikler, müzik enstrümanları…
Tümü antik uygarlığın geleneklerinin izlerini taşımakta. Ünlü Arap gezgini İbni Batuta 1330’larda burada gördüklerini şöyle yazmış: “Dünyada buradaki kadar konuksever, ilkeli, terbiyeli bir halkla karşılaşmadım” Atalarının ahlaki, kültürel değerlerinin izlerini bugün de gözlemleyebilirsiniz.
1991’de bağımsızlığına kavuşan Özbekistan’da geçmişin mirasına sahip çıkılmakta, tarihin unutulmuş izleri yeniden Özbek kültürüne kazandırılmaktadır. 2500 yaşındaki Hiva kenti gençleşmekte, yeni kentteki yapılarıyla çağa ayak uydurarak yaşama katılmaktadır.
“Yaşuli Hiva!” diyorlar Özbekler saygıyla; evet, yaşlı, ulu Hiva; çölün ortasında ulu bir çınar gibi mağrur, ayakta durmayı sürdürüyor. Kimbilir, belki sonsuza dek, yüksek minarelerinin üzerinde ışıldayan seramikleriyle çölde bir mücevher gibi parlayacaktır.

0 yorum: